Sınav Kaygısı

GİRİŞ
Kaygı, insanın varoluşundaki en temel duygulardan biri olup, insanın bedensel ve ruhsal varlığını tehlikede görmesi sonucunda yaşadığı tedirginlik olarak tanımlanabilir.
Sarason (1975) genel olarak kaygıyı, tehdit edilen; meydan okunan güç bir ortamda bireyin kendisini yetersiz görmesi olarak tanımlanmaktadır. Birey yüz yüze geldiği bu durum süresince kişisel yetersizliklerinin, arzu edilmeyen sonuçları üzerinde odaklaşmaktadır.

19. yüzyılın sonlarına doğru kaygı psikolojik bir kavram haline gelmiş ve çoğu zaman korku ile eş anlamlı kullanılmıştır. Deneysel ve Fizyolojik Psikoloji bilimlerinde korku, Felsefe ve Psikiatride, Bilişsel ve Varoluşçu Psikolojide kaygı vurgulanmaktadır.

Psikanalitik yaklaşım kaygıyı gerçeklik, nevrotik ve moral kaygı olmak üzere üçe ayırmıştır. Gerçeklik kaygı, bireyin dış dünyadaki tehlikelerden korkmasıdır. Tehlikenin derecesi ile kaygı düzeyi orantılıdır. Nevrotik kaygı, içgüdüsel, insanın elinde olmadan hissettiği korkudur. Moral kaygı ise, bireyin vicdanı ile ilgili korkularıdır. Başka bir deyişle, iyi gelişmiş vicdana sahip olan bir kişinin ahlaki değerlerin dışında bir şey yaptığında, vicdanen suçluluk hissetmesidir.

Kaygı kavramının anlaşılmasında önemli katkıları olan Freud, gerçeklik anksiyetesini (kaygı) korku ile eş anlamlı kullanmıştır. Gerçeklik anksiyetesi, dış dünyadaki tehlikeli durumların algılanmasından doğan can sıkıcı bir duygudur. Karen Horney' e göre kaygı ve korku tehlikelere karşı geliştirilmiş duygusal tepkiler olmakla beraber korku, bir insanın karşılaştığı tehlikeyle orantılı bir duygudur. Örneğin, çocuk önemli bir hastalık geçiriyorsa annenin tepkisi korkudur. Bir anne, nezle olan çocuğunun öleceği korkusuna kapılırsa bu duygu kaygıdır. Kaygıda durumla orantısız, hatta çoğu kez imgesel bir tehlikeye karşı geliştirilen bir tepki söz konusudur. Korkuyu yaratan tehlikenin açık ve nesnel olmasına karşılık, kaygıyı yaratan tehlike gizli ve özneldir.

Öztürk (1989), korkuda dış dünyaya bağlı gerçek bir tehlike nesnesi varken, kaygıda ise böyle gerçek tehlike nesnesi olmayıp; bireyin bilinç dışı dünyasında bir tehlikenin, yani bir çatışma durumunun varlığından söz etmiştir.

Köknel (1985), kaygı ile ilgili fizyolojik belirtileri şöyle açıklamaktadır; insanın içinden ya da dışından gelen bir uyarım, sinir sistemindeki değişikliklere yol açar. Kan basıncı, kalp atışı, solunum sayısı artar. Mide ve bağırsak hareketleri hızlanır. Tükürük salgısı azalır, ağız kurur. Kan şekeri yükselir. Göz bebekleri genişler, çizgili kasların gerginliği artar, titreme olur. Otonom sinir sistemindeki kan ve adrenalin artar.

Cattel ve Scheier (1958, Akt., Öner, 1977) yirmi beş yıllık faktör analizi çalışmaları sonucunda kaygının tek boyutlu faktör olmadığını saptamışlar; daha sonraları da Spielberger, Cattel' in ve Freud' un fenomenolojik- fizyolojik kaygı anlayışını birleştiren bir kaygı kuramı önermiş ve buna iki faktörlü kaygı kuramı adını vermiştir. İki faktörlü kaygı kuramında birbirinden farklı özellikleri olan iki tür kaygıdan bahsedilmektedir. Bunlar durumluk ve sürekli kaygıdır.

Durumluk kaygı, belli durumlarda ortaya çıkan kaygıdır. Ameliyat, diş tedavisi veya sınav gibi koşullarda hissedilen kaygıdır. Hızlı kalp atışları, hızlı nefes alma, terleme, ellerin titremesi, kızarma gibi tepkiler bireyin gerilim ve huzursuzluk duygularının göstergeleridir. Sürekli kaygı, bir kişilik özelliğidir. Bireyin içinde bulunduğu durumları genellikle stresli olarak ya da stres olarak yorumlama eğilimi de denebilir.

Le Compte ve Öner (1985), durumluk kaygıyı (korku) kinetik enerjiye, sürekli kaygıyı da potansiyel enerjiye benzetmişlerdir. Durumluk kaygı, kinetik enerji gibi belirli bir zaman kesiminde ortaya çıkan olay ya da reaksiyondur. Sürekli kaygı ise, potansiyel enerji gibi belirli bir tepki gösterme yatkınlığıdır. Sürekli kaygının düzeyi bireyin tehlikeli koşullarda yaşayacağı durumluk kaygı derecesinin şiddetini ya da sıklığını belirler. Sürekli kaygısı yüksek olan bireyin, baskılı koşullarda sürekli kaygısı düşük olanlardan daha sık durumluk kaygı tepkisi göstermesi beklenir.

Son zamanlarda yapılan araştırmalara bakıldığında genel kaygı kavramının karışıklığından dolayı araştırmacıların çalışmalarını sınav kaygısı, sosyal kaygı gibi spesifik kaygılar üzerinde yoğunlaştırdıkları ve bu kaygılardan en çok sınav kaygısı üzerinde çalıştıkları dikkati çekmektedir.

SINAV KAYGISI

Sınav kaygısı, sınavlarda veya diğer değerlendirmeye yönelik durumlarda, fizyolojik, davranışsal ve bilişsel öğelere sahip hoşlanılmayan yoğun bir gerginlik durumudur.

Spielberger' in (1966, Akt., Erkan, 1991) kuramına göre sınav uyaranları çok çeşitli biçimlerde olabilir. Öğretmenin "Bu sorunun cevabını sen ver veya bugün sınav yapacağım" demesi gibi o ana ilişkin olabileceği gibi, sınav tarihlerinin ilan edilmesi gibi geleceğe ilişkin de olabilir. Sınav uyaranları koşullu uyaranlardır. Bu nedenle anlamı, kişinin daha önceki deneyimlerine bağlıdır. Uyaranlar olumlu, ilginç algılanabileceği gibi, tehdit edici veya nötr olarak da algılanabilir. Bazı bireyler değerlendirmelere olumlu bir olay olarak yaklaşabilirler. Örneğin, birey, "başarılı olsam da olmasam da bu benim için bir tecrübe olacak, her ne olursa olsun yeni bir şeyler öğreneceğim" şeklinde olumlu düşünebilir. "Başarısız olursam kimse bana saygı duymayacak" biçimde olumsuz da düşünebilir. Sınav kaygılı bireyler, bu tür olumsuz yorumları doğruluğunu sınamadan temel gerçekler gibi kabul etme eğilimindedirler. Yüksek sınav kaygılı bireyler, sınav ortamlarını kendileri için ciddi bir tehdit olarak yorumlamalarına neden olan uyaranlara karşı çok duyarlıdırlar.

Öner' e (1989) göre sınav kaygısı yüksek olan bireyler herhangi bir sınav durumunda "öz varlığını" tehdit edildiği korkusuna kapılmaktadır.
Culler ve Holahan (1980), sınav kaygısına ilişkin "Eksik Öğrenme Modeli" ni ortaya atmışlardır. Bu araştırmacılara göre yüksek sınav kaygılı öğrenciler, verimsiz çalışma alışkanlıklarına sahiptir. Bu durum, yüksek sınav kaygılı bireyleri öğrenme süreçlerinde yetersizliğe itmektedir. Sınav anında yeterince hazırlanmadığını düşünüp, üzülen bireylerin kaygıları da artmaktadır.

Sınav kaygısı, son zamanlarda, akademik performansa etki eden davranışlar bütünü olarak kullanılmakta olup; doğal olarak sınav kaygısı, yetersiz ders çalışma becerilerini, aşırı fizyolojik tepkileri ve sınavla ilişkili olmayan zihinsel etkinlikleri kapsamaktadır. Bir çok araştırmacı, sınav kaygısını, kaygılı davranışları içeren aşırı tepkiler olarak da tanımlamaktadırlar.

Sınav kaygılı bireyler yalnızca sınavda değil, grup içinde konuşma, sorulara cevap verme, tartışmalara katılma, yüksek sesle okuma gibi etkinliklerde de korkulu, sinirli, gergin ve heyecanlı olurlar. Bireylerin kedilerine dönük bu olumsuz düşünceleri (kuruntuları) dikkatlerinin kolayca dağılmasına neden olur. Sınav sorularını okuma ve doğru cevaplama; konuşurken düşüncelerini organize etme, doğru sözcükleri seçme ve düzgün ifade etme gibi davranışlarında da başarısız olurlar.